top of page

Bir yıkımı ne tarifler?


Bir yıkımı ne tarifler? Kırılıp dökülmek mi? Saçılmak mı savrulmak mı? Belki de dağılmak... Tıpkı üst üste dizilmiş birkaç kırılgan eşya gibi, biri dağılınca, hepsinin tuzla buz olmayı göze almış olduğunu sanmak gibi insanın bir tarafı yıkılınca diğer taraflarının da gözden çıkarılması. İnsan bir tarafından yıkılmaz çünkü, yıkılmayı bir bütün tarifler. Yıkıldım demek için, sağ kalmamış bir örüntü gerekir insanın yaşamında. Gerçekten yıkılanlar bilir. İnsan yıkıldığında yıkıldım demez çünkü yıkılmayı yıkılmak kadar kolay bir olay dahi tariflemez. Yıkılmayı en iyi ne tarifler? Ben hep yangına benzetirim yıkıldığım anları. Kırılmak bana hafif bir tanım gibi gelir, kırılmanın lafını etmezmişim gibi. Ben yıkıldığımda yanarım daha çok. Ya da yandıklarımın sözünü ederim, en çok.


İnsan yıkılınca; yani diğer bir deyişle yanınca, dünya ışıklarını bir an için -bazen yıllar süren bir an için- kapıyor ve yine aynı o an içinde sanki tüm bu topraklar sessizleşiyor. Saygıdan olabilir mi? Yani bazen öyle bir yangın çıkar ki senin o küçücük hayatında, belki de saygıya değer bir yıkım olduğundan dünya senin için o bir anı feda eder.


İnsan yanarken etrafın kapkaranlık olması ilginçtir çünkü gördüğüm tüm ateşler etrafına ışık saçan bir aydınlatmaya da vesileydi aynı zamanda, benim hayatım yanarken ki karanlık dışında.

Ve bir diğer ilginç olan da benim duyduğum tüm yıkımlar sesli olurdu, hayatım başıma yıkılırken ki o kulak tırmalayan sessizlik dışında. Kimse yoktur insanın hayatı başına yıkılırken. Buradaki yokluk bazen koca bir kalabalığın içindedir de aynı zamanda. Bazense gerçekten tek başına yıkılırsın. Koca bir binanın üç metrekare tuvaletinde. Odanın en sessiz köşesinde. İş yerinin herkesi arkasına alan penceresinin önünde. Bazen kalabalık toplantı odasında herkesin seni görebileceği bir yerde. Bazen metroda. Bazen sokağın ortasında. Biliyor musunuz, en ilginci de bazen gülümserken yıkılırsın. Bazen ağlarken hala yıkılmamış olman kadar tuhaftır bu. Bazen yıkıldım sanarsın, sonra bir gün gerçekten yıkıldığında daha önce hiç yıkılmadığını anlarsın. Bazen takip ettiğin yeşil renk bir cenaze aracının arkasındaki arabada yıkılmazsın da, bir insanın alelade kurduğu bir cümlede yıkılırsın. Yıkımın ne zaman nereden geleceği belli olmaz.


Tuhaf iş insanın dünyasının başına yıkılması. Sanki tüm dünya anlaşırda özenle düzdüğün hayatının altından çekiverir halıyı tüm düzenin bu şekilde ayaklarının altından kayıp gideceğini bilirler gibi... Senin için dünya durur da, yanındaki için hala dönüyor olabilir. Sen nefessiz kalırsın yanındaki alır, en derin nefesini. Senin için yanar, ki yıkımı en çokta bu yüzden bir yangına benzetirim, dışarıda ayın en soğuk günü yaşanıyor olabilir. Sen sokağın ortasında parçaların dahi parçalarına ayrılırken ayakta duracak gücü bulamayıp yere; dizlerine doğru çekilir çökersin de, hemen yanındaki kedi oyun yapıyorsun sanıp da dizlerine tırmanabilir. Yıkılmak tuhaf iş. Sanki sen dışında kimsenin haberi yok. Ama tüm dünyayla iş birliği yapan da onlar değil miydi? O halde yıkılırken neden onlardan yardım bekleriz? Neden medet umarız? İnsanın dünyası başına yıkılırken, tüm dünya bize karşı değil mi? İşte yıkımı tam da bu yüzden en iyi yanmak tarifler. İnsanın dünyası başına yıkıldığında olan şey yangındır... Garip bir yangın. Hiç kimsenin ateşe girmeye cesaret edemeyeceği bir yangın. Demek istediğim şudur; gerçekten hayatı başına yıkılanlar bilir, yıkılan insan yardım istemez. İsteyemez. İstemeyi aklından da geçirmez zaten. Yardım isteyen insan kırılmıştır, üzülmüştür, incinmiştir, olsa olsa mahvolmuştur ama asla yıkılmamıştır, yanmamıştır. Çünkü yanan insan bilir, kimse kendisi kurtarılsın diye bir başkasını ateşe davet etmez. İşte bu yüzdendir ki, hayatın başına yıkıldığı o yangın anlarında, tek başına olmak bir seçim değil, gerekliliktir. Orada bir küle dönüşür insan, tüm o acı verici sürenin sonunda küle dönüşür insan. Sonra tıpkı bir zümrüdüanka kuşu gibi tekrar doğar insan, ta ki yeni bir yıkıma kadar. Her defasında daha güçlü doğar. İlk yeniden doğuşunu yaşayan zümrüdüanka kuşu gibi insan da anlar ve bilir ki; yeni bir yıkım geldiğinde, tüm dünya ona karşı durduğunda, tüm dünya halıyı altından çektiğinde, tüm dünya onu ateşe verdiğinde, yangının amacı yeniden doğmak içindir. Bunu anlayan insan bilir. Bunu anlayan insan korkmaz. Bunu anlayan insan yanmaz.






Comments


bottom of page