top of page

SINIR

Kendini aşman lazım.

Kendini aşarsan, önüne ne çıkarsa çıksın aşarsın. Yaşadığın çoğu tıkanıklığın en temel sebebi sensin.



İkili ilişkilerinde, çoklu ilişkilerinde, aile ilişkilerinde ve aklına gelebilecek en sapkın ilişkilerinde dahi; katlanamadığın ne var ise, ona kendi bedeninde ve zihninde rastlıyor oluşundan kaynaklı. Eğer bir şeye çok şiddetli öfke duyuyorsan, bil ki içinde bir yerlerde aynı konu ile alakalı blokajların var. Ya aynı şeyleri sen de yaşadığın için bir yaran var, ya da yaşayamamadan kaynaklı sebeplerin var.

İlişkileri bir çeşit ayna gibi düşün. Basit düşün. Bir zaman sonra karşında başkası değil kendin varsın ve ona kendin gibi davranırsın. Bu şu demek; Onu cezalandırmak, kendini cezalandırmak. Eğer karşı tarafta katlanamadığın bir şeylere rastlıyorsan, o şeye karşı daha dikkatli ol ve kendi tarafındaki kısmını aş. Çünkü bu karşı tarafla alakalı değil, seninle alakalı bir konu. Aynı şey tam tersinde de geçerli. Eğer birileri sende olan bir şeylere katlanamıyorlar ise, bu seninle alakalı değil onlarla alakalı bir konu. Ve dahası bu seni ilgilendirmiyor, onların senin üzerindeki tutumları seni gerçekten ilgilendirmiyor. Bu konunun seni ilgilendiren kısmı kendi tıkanıklıklarını aşman. Sen kendi kendini aşarsan, bir zaman sonra herkese saygı duyarsın ve onlarla ilgili herhangi bir şey de seni ciddi anlamda rahatsız edemez. Demem o ki kendini aşarsan, geri kalan herkesi de aşarsın. Önce kendin. Önce sensin.

Peki kendini nasıl aşacaksın?

Algını değiştir ve kendi sınırlarından çık. Bu kendini aşma deneyimi seni başına gelecekler konusunda daha cesur kılacak. Önüne setler çekmekten; doğru zamanı beklemekten, olması gerekiyorsa olurlarından, tam o şeyi yapacakken bir şeylerin seni durdurma hissinden, o hislere güvenmekten, elini taşın altına koyamamaktan vazgeç. Doğru zaman şimdi. Git ve istediğin o şeyi al, gerekirse onun için savaş, gerekirse bir şeylere tahammül et ama eve onunla dön. Hayatın geçmiş ve gelecek algısından sıyrılarak şu anda saklı olduğunu ve zaman kavramının aslında hiçte doğrusal olmadığı gerçeğini fark edersen, önünde akıp giden hayatı seyretmek değil yaşamak senin kaderin olur. İçindeki hislere güvenmen gerektiğini sana öğrettiklerini biliyorum. Ama doğrusu şu ki, içindeki sesler bazen hayatının altını üstüne getirir ve hayatının altı, çoğu zaman üstünden daha iyi değildir. Henüz kendini aşamamış biriysen eğer hayatındaki çoğu konuya ve girişime başlamadan önce sık sık kaygı hissedersin. Çünkü içinde göremediğin bazı tıkanıklıkların vardır. Bunları travmalar gibi düşünebilirsin. O küçük tıkanıklar sen bir daha böyle tıkanıklar yaşama diye seni korumaya çalışırlar. Bu yüzden olurda bir tehlike görürlerse bedenini uyarırlar ve sen kaygı hissetmeye başlarsın. Bu kaygılar eğer gerçekten bir tehlike var ise sağlıklıdır, çünkü tıkanıklığın amacına ulaşır ve seni korur. Fakat bazılarımız sandığından daha yaralıdır ve onlar ortada bir tehlike yokken kaygı duyarlar. Böylece kaygı bozukluğu yaşarlar. Yani aslında sahip olduğun anksiyete hepimizde olan ve asıl amacı bizi korumak olan bir sistemdir. Anksiyete'nin ortada herhangi bir tehlike yokken var olması ise bir bozukluktur ve bu bozukluğun vücudunda hissedebildiğin hali ise kaygılarındır. Kendini aşamayan biriysen eğer, bu bozukluğu çok sık yaşarsın ve bu seni cesaretten men eder. Cesaret edipte yapabileceğin çoğu şeyi yapamazsın çünkü yapmaman gerekiyormuş gibi hissedersin. Eğer kaygılarına hapsolmanın önüne geçemezsen bilmelisin ki bir gün kaygıların tarafından yönetilen bir hayat süreceksin.

Eğer bir önceki paragrafta bahsettiğim çoğu şeyi kendinin yaşadığını fark ettiysen ve içinde tuhaf bir his belirdiyse korkma, işin aslı sen gerçekten de deli değilsin. Sadece duygusal zekası yüksek ve iç dünyasına normalden daha fazla güvenen birisin belli ki. Seni anlıyorum çünkü büyük bir çoğunluğumuz tıpkı senin gibi yaşıyoruz hayatı. Aynı hikayenin farklı varyantları.

Bir şeyi isteriz; hem de tüm vücudumuzla isteriz, onu almaya karar veririz, bu kararı verdiğimiz anda bedenimizi bir sıcaklık kaplar.... Sanki midemizden çıkan ve kılcal damarlarımız aracılığı ile tüm vücudumuza yayılan bir titreşim gibi karşılar bizi kaygılarımız. Halbuki daha sadece karar vermişizdir. Birçoğumuz bu hislerin diğer etabına dahi geçmeden kararından vazgeçer ve konfor alanına geri döner. Konfor alanına dönmesiyle birlikte onu terk eden titreşim ve sıcaklığın da keyfini sürer. Vücudundaki o tuhaf korku onu terk ettiği için iyi bir şey yaptığını hisseder/zanneder. Bazıları vardır ki bu hisse yenik düşmemeyi tercih eder ve konfor alanına dönmeden diğer etaba geçer; yani verdiği kararı harekete geçirir. İşte burada ikinci film kopar. Bu sefer vücudumuzda hissettiğimiz sıcaklık ve titreşim yerini soğuk ve bembeyaz bir benize bırakır. Peki ne olur bize böyle? Bunlar bizim iç sesimiz midir? İlahi güç bize o şeyi yapmamamız için işaretler mi gönderir? Aklınıza böyle sorular gelir de gelir...Çünkü size bu öğretildi, ''iç sesine güven!''. Halbuki bu bölümde olan şudur; vücudunuzdaki bütün kan kaslarınızdan beyninize çekilir. Aynı durum kaza anlarında da olur. Bir araba size doğru hızla geldiğinde koşmak yerine sanki donarsınız ve bembeyaz olursunuz. Bunu size yapabilen güç anksiyetenizdir. Çünkü kanı kaslardan beyne çeker ve daha iyi düşünmenizi amaçlar. Harekete geçip geçmemeye dair olan karar anlarında da yaşadığınız bu anksiyeteyi yönetmeniz gerekir. Onu aşar ve cesur davranırsanız sınırlarınızdan kurtulacaksınız demektir. İşte burası da ilk etapta vazgeçmemiş diğer geriye kalanlarımızın bir çoğunun vazgeçtiği andır. Böylece, karar aşamasında vazgeçmemiş olsa da harekete geçtikten sonra artan anksiyetesine yenik düşen ikinci taraf da hayalini başarma ihtimaline veda eder. Nihayetinde bu iki tür de konfor alanına geri döndüğünde kendini iyi hisseder ve doğru bir şey yaptıklarını zannederler. Halbuki konfor alanı, bir insanın kendi geleceği için tercih edebileceği en berbat yerdir. Çünkü konfor alanında olan bir insan asla kendinin en iyi versiyonu ile tanışma şerefinde bulunmayacaktır ve asla alabileceği maksimum hazzı hissedemeyecektir. Dahası, bu insanlar hiç bir zaman mucizelere inanamayacak demektir. Kendinizi aşmak istiyorsanız yapmanız gereken bellidir. Konfor alanınızdan çıkın. İçinde bulunduğunuz cam fanusu hemen kıramazsınız. Ama onu çatlatmaya ne kadar erken başlarsanız sınırların dışına çıkmaya da o kadar yaklaşırsınız demektir. Doğrusu henüz kendi sınırlarınızın farkında bile değilsiniz. Başkaları sizin sınırlarınıza dokunduğunda sınırlarınızı keşfediyorsunuz. Bir insanın dışarıdan herhangi bir etken almadan kendi sınırlarını keşfetmesi zordur. Bu yüzden nasıl biri olduğunuzu ve ne tür sınırlarınız olduğunu yaşadığınız olaylarda görüyorsunuz. Mesela patladığınız anlar. Dayanamadığınız, damarınıza basıldığı anlar. Sınırlarınızın zorlandığı, acı çektiğiniz anlar. Çoğu zaman karanlık anlar. Saplantılar, sapkınlıklar, tutkular ve üzüntüler. Sınırlarınızı aşın. Bilinç öyle bir şeydir ki, şu an üçüncü sınıfta ilkokul öğretmeninizin yaptığı bir davranıştan dahi üzerinde taşıdığınız sınırlar var. Tüm bunları içinizdeki kaygı seslerine yenik düşmeden yürüyebildiğiniz yollarda aşacaksınız. Deneyin. Zorlayın. Acıtın. Aşın. Hepiniz, ama şüphesiz hepiniz var olduğunuzdan daha fazlasını vaat ediyorsunuz.



Comments


bottom of page